www.tekmankatranli.tr.gg KATRANLI KÖYLÜLERİN BULUŞMA NOKTASI
   
 
  TORNE_ARIF Tunayİ SİNANOĞLU
TORNÊ ARİF TUNAYİ SİNANOĞLU




02.04.2012, 22:18:23

Vahdet-i Vücut hakkında biraz bilgi verir misiniz?

“Lâ mevcude illa hu” (Ondan başka mevcut yoktur.) diyerek varlığın ancak Allah’a mahsus olduğunu esas alan ve mahlukatın
varlığını kabul etmeyen bir tasavvuf ekolüdür. Ekolun kurucusu Muhyiddin-i Arabî hazretleridir. Sadeddin Konvevî hazretlerinin
dışında bu yola giren büyük zatlara rastlanmaz.

Muhyiddin-i Arabî hazretlerinin bazı görüşleri kendisinden sonra gelen tasavvuf ehlince benimsenmiş olmakla birlikte bu yol,
diğer tarikatlar gibi, büyük kitlelerin tâbi olduğu bir meşrep halini almamıştır. Vahdet-i vücut meşrebinde Allah namına mahlukat
inkâr edilirken, materyalistler ve tabiatçılar bu meşrebi o büyük velinin anlayışına taban tabana zıt bir yola çekerek, tabiat namına
Allah’ı inkar yoluna girmişlerdir.

Önce, vahdet ve vücut kelimeleri üzerinde biraz duralım. Vahdetin sözlük anlamı, birlik’tir. Zıt anlamı “kesret”, yâni çokluktur.
Meselâ, beş farklı harf bir kesrettir, ama bunlar tevhit edilerek bir kelime halini alırlarsa vahdete erilmiş olunur.

Kâinat kitabı denilen bu âlemde, bu mânânın sonsuz misalleri vardır. Yüzlerce dal bir ağaç olarak karşımıza çıkarken,
milyarlarca hücre bir bedende birleşiyorlar. Bir olan Allah’ın mukaddes varlığı için “vacib-ül-vücut”, kesret dairesini meydana
getiren mahlûkatının varlığı için ise “mümkin-ü’l-vücut” tabirleri kullanılır.

Vacip; varlığı kendinden olan, bir başkasının var etmesiyle var olmaktan münezzeh bulunan, ezelî ve ebedî var olan Allah’ın varlığı.
Mümkin; varlığı, yaratıcısının var etmesiyle tahakkuk eden, o dilediğinde hemen yok olmaya mahkûm, bu cihetle varlığı ile yokluğu
yaratıcısının kudretine nispetle eşit bulunan mahlûkatın varlığı.

İşte vahdet-i vücut meşrebindeki bir velî, “istiğrak” dediğimiz mânevî sarhoşluk hâline girdiğinde varlığı sadece vacip varlığa hasreder,
mümkinin varlığını inkâr eder. “Lâ mevcude illâ hu” yâni “Ondan başka varlık yoktur.” der.

Bu sözün cezbe hâlinde, mânevî sarhoşluk hâlinde söylendiği açıktır. Zira, Ondan başka varlık olmasa, bu sözün de söylenememesi gerekirdi.
Ama, bu sözü söyleyen zât o anda bunu da düşünecek halde değildir.

İstiğrak halinin bir gölgesi günlük hayatımızda da bazen kendini gösterir. İlmî bir eseri okuyan insan kendini mânâya kaptırdı mı,
artık kelimeleri bir bakıma görmez olur. Onları hatırlamaz, onlarla meşgul olmaz. O her şeyiyle ilme dalmış, onda gark olmuştur.
O anda kitabı unuttuğu gibi, onu tutan parmaklarını, ona bakan gözlerini de unutmuştur.

Vahdetü’l vücut için, Mesnevî-i Nuriyye’de “Tevhidde istiğraktır ve nazara sığmayan bir tevhid-i zevkîdir.” buyrularak bu meşrebin
akıl ile izah edilemeyeceğine dikkat çekilir.

Bir aynayı güneşe karşı tuttuğunuzda güneş o aynada görünür. Onun nuruyla ayna da aydınlanır. O da ışık saçmaya başlar.
Bu ayna şuurlu olsa, güneşin nurunu kalbinde taşır, ona iman eder ve kendisindeki bütün renklerin, ışığın, hararetin hep
ondan geldiğini bilir, ona minnettar olur. Bu şuurlu aynanın güneşe doğru yaklaştığını farz edelim. Yaklaştıkça güneşten
daha fazla ışık alacak, daha çok parlayacak, diğer yandan, daha fazla ısınacak, yanacaktır. Ayna güneşe yaklaştıkça onda,
güneşin görüntüsü dışında kalan saha gittikçe azalır. Ve sonunda aynanın tamamı güneşin nuruyla dolar. Artık onun kalbinde
başkasına yer yoktur. Yaklaşma devam ettikçe, ışığın şiddetinden ayna kendini göremez olur. Şiddetli hararet ve nur ile kendinden geçer,
istiğrak hâline girer. Artık ne kendisi kalmıştır ortada, ne de ışığı. İşte o ayna bu halde iken, “Güneşten başka bir şey yoktur.” derse,
 bu onun mânevî sarhoşluğunun ifadesidir.

Risale-i nur Külliyatından Mektûbat’ta, “kalbî ve hâlî ve zevkî olan bu meşrebi aklî ve kavlî ve ilmî sûretine çevirmemek
” gerektiği önemle vurgulanır. Ve Lem’alar’da bu mânâyı teyit için, “bu mesele-i vahdetü’l vücudu şimdiki insanlara telkin
etmek ciddi zarar verir.” denilerek çoğu insanımızın maddede boğulduğu, sebeplere gereğinden çok fazla önem
verdiği bu gaflet zamanında bu meşrebi insanlara telkin etmenin ters sonuçlar vereceğine şöylece dikkat çekilir:

O meşrep, daire-i esbaptan geçip, terk-i mâsiva sırrıyla, mümkinattan alâkasını kesen ehass-ı havassın istiğrak-ı mutlak
hâletinde mazhar olduğu salih bir meşrebdir. Bu meşrebi esbab içinde boğulanların ve dünyaya aşık olanların ve felsefe-i maddiye
ile tabiata saplananların nazarına ilmî bir sûrette telkin etmek, tabiat ve maddede onları boğdurmaktır ve hakikat-ı İslâmiyyeden uzaklaştırmaktır.”

Hani bazı ilâçlar vardır, üzerine not düşülmüştür; “Çocukların ulaşamayacağı yerlerde muhafaza ediniz.” diye. Bu meşrep de öyle.
Şartı, “ehass-ı havas” yâni hasların hası olmak. Velâyetin en ileri derecelerinde bulunmak. Onlara da her zaman tavsiye edilmiyor.;
sadece istiğrak-ı mutlak hâlinde geçerli. Yâni tevhit denizinde tam gark olup, o deryada boğulup, Allah’tan gayrı ne varsa hepsinden
alâkayı kestikleri zaman “lâ mevcude illâ hu” diyebiliyorlar.

İlk cümlede o mümtaz zevatı pervasızca tenkide cür’et edenlere hadleri bildiriyor: Ehass-ı havasın mazhar olduğu salih bir meşrep” ifadesiyle...

Elimize bir meyveyi düşünelim. Bu meyve halk (yaratma) fiiliyle var olmuş ve onda Hâlık ismi tecelli etmiştir. Bu fiil ve bu tecelli
olmasa o meyve vücuda gelemez. İşte bizim ilmen, fikren düşündüğümüz bu mânâyı o mümtaz zâtlar hissederler, yaşarlar,
o hâl ile hallenirler ve cezbe hâlinde o meyvenin yokluğuna hükmederler. İstiğrak hâlinden çıkınca meyvelerini âfiyetle yer ve
Rezzâk olan Allah’a şükrederler. İstiğrak hâlinde şükür de yoktur. Zira, ne meyve vardır ne insan.

Nur Külliyatında bu meşrebin “salih” olduğu, mensuplarının da ehass-ı havas oldukları zikredilmekle birlikte, bu meşrebin
zannedildiği gibi en ileri bir hakikat yolu olmadığına da bilhassa dikkat çekilir. “Hulefa-i râşidinden ve eimme-i müçtehidinden
ve selef-i sâlihînin büyüklerinden o meşreb sarihen görünmüyor.” denilerek bu meşrebin hususî kaldığı, umuma mâl olamadığı vurgulanır.

Ne sahabeler, ne mezhep imamları, ne de asırlarına yön vermekle vazifeli, İmam-ı Gazalî, İmam-ı Rabbanî, Abdulkadir-i Geylânî
gibi mümtaz zâtlar böyle bir yolda gitmişlerdir. Onlar bütün gayretlerini nübüvvet vazifesi dediğimiz, insanları irşat etme, ikaz etme,
hakkı sevdirme, bâtıldan nefret ettirmede merkezleştirmişlerdir. Bu kutsî vazife ise istiğrak değil, sahv yâni uyanıklık hâlinde icra edilebilir.
Nitekim, Muhyiddin-i Arabî de “Bizim mertebemize çıkmayan kitabımızı okumasın.” buyurmakla, meşrebinin hususî kaldığını beyan etmiş bulunuyor.

Nur Külliyatında dikkat çekilen önemli bir nokta da, bu meşrebe giren bir velînin sadece Allah’a imanda terakki ettiği, buna karşılık diğer iman
rükünlerini düşünmemekle yahut hayal saymakla onlardan gereken feyzi alamadığıdır. İstiğrak hâlinde söylenen “lâ mevcude illâ hu” sözünün
uyanık halde söylense diğer beş iman rüknünün dikkate alınmaması sonucu doğar.

Öte yandan, bu meşrebi uyanık halde iddia etmek, Cenâb-ı Hakk’ın isimlerinin tecellilerini hayal ve vehim derecesine indirmek gibi büyük bir cinayettir.
Rızık hayal olunca Cenâb-ı Hakk’ın rezzakiyeti de, hâşâ, hakiki olmayacaktır. Mahlûkata hayal dediniz mi Allah’ın yaratıcılığı da hayalî olur.
Hayâlî şeyleri yaratmak için sonsuz bir kudret, irade gerekmeyeceğinden bütün ilâhî sıfatların ulviyetleri de gizlenecektir.
Sadece Allah’ın zâtına nazar edilmekle, sıfatlara, fiillere, isimlere ve onların tecelli ettiği olan mahlûkata bakılmayacaktır.
Bunun ise velâyette yüksek bir meşrep olmayacağı açıktır



28.03.2012  20:46:44


KARSEŞLİK ÖYLESİNE OLMAMALI BÖYLE OLMALI
=======LÜTFEN YAZIYI SONUNA KADAR OKUYUN=======


- Merhaba Recep hoş geldin.

- Hoşbulduk abi.

- Eee… neticeleri aldın mı?

- Aldım abi. Birimizin neticeleri iyi ama birimizde sorun çıktı.

Ağabey olan Zeki yerinde rahatsızca kıpırdandı.

- Bana bak, “Doktor arkadaşım, ucuza, baştan aşağı muayene edecek,
ikimiz beraber gidelim” dedin gittik. Karnımın altında sıkıştıran ağrından
başka birşeyim yoktu. Şimdi bana bir de kötü haber verme.

- Merak etme abi, Allah çaresiz dert vermesin. İyi ki kontrole gitmişiz.

- Niye ki. Önemli bir şey mi var.

- Doktor arkadaşım Selim, böbreklerde sorun çıktığını söyledi.

Zeki iyice telaşlandı;

- Ben de mi?

Recep abisine baktı, kısa bir sessizlikten sonra gülümsemeye
çalışarak devam etti;

- Yok yok… merak etme sende değil, bende.

Recep, oturduğu yere yerleşti, ağırdan ağıra, yavaş yavaş konuştu;

- Neyse, çaresi var demiştin. Neymiş çaresi.

- Böbrek nakli.

- Öyle mi! Böbrek bulmak kolay değil diye duymuştum.
Sana ne çabuk bulundu böyle.

- Beraber gittik ya abi.

- Eeee…

- Senin de her türlü bulguların hastanede kayıtlı ya, senin böbrek
bana uyuyormuş.

Zeki, kaşlarını çattı;

- Ne diyorsun sen Recep. Ben nasıl vereyim sana böbreğimi,
ben ne olacağım.

- Abi bilmiyor musun, sağlam olduktan ve kendine dikkat ettikten
sonra bir böbrek de yetiyormuş.

- Olmaz, olmaz Recep. Bak sen benden genç olduğun halde iki
böreğinde göçmüş, başkasından böbrek istiyorsun. Benim ne garantim var?
Sana bir böbreğimi verdikten sonra ya diğeri de işini yapamazsa.
Sen benim böbreğimle rahat rahat gezerken, ben diyaliz makinelerinde mi
ömür tüketeceğim.

Recep’in bakışlarındaki gülümseme kaybolmaya başlamıştı.

- Şaka yapıyorsun değil mi abi.

- Bu işlerin şakayla filan ilgisi olmaz Recep. Tamam kardeşimsin,
tamam zor günümde çok borç verdin ama bu iş başka.

- Sen benim yerimde olsaydın, düşünmeden verirdim abi.
Eğer beni denemek için yapıyorsan, yapma. Sen böyle konuştukça gerçekten
üzülmeye başladım.

- Bak Recep, açık söylüyorum, eğer borcumu başıma kakıp da isteyeceksen,
hemen bir takvime bağlayalım, birkaç senede ödeyim. Borç çok, hemen ödeyemem
ama borcumu kullanıp bana boşuna baskı kurmaya kalkma.

- Ben sana borç lafı açtım mı! Her zaman demedim mi, “Ne zaman müsait olursan,
o zaman ödersin.” Diye. Bu iş başka abi, kardeş kardeşe böyle durumda
yardımcı olmazsa, başka ne zaman göstrecek kardeşliğini.

- Hiiiiç boşuna çeneni yorma. Sen de bekle biri organ bağışlasın diye,
başkaları nasıl bekliyor.

- Organ bağışlayan o kadar azken, yıllarca bekleyenler varken,
insan kardeşinin diyaliz makinelerinde sürünmesine nasıl göz yumalbilir ki.

- Son sözüm bu Recep, benim ki de can.

Recep yüzü asık, morali bozuk ayağa kalktı.

- Pekala abi, seni bir daha rahatsız etmeyeceğim. Ama ameliyat işlemlerine
başlaması için kimliklerimizi doktor Selim’e bırakmıştım.
Ona uğrayıp kimliğini alabilirsin.

- Güle güle, güle güle !…

*****

Ertesi gün Zeki hastanedeydi. Biraz da eleştirmesindençekine çekine,
doktor Selim’in odasına girdi;

- İyi günler doktor bey!

- Ooo hoşgeldiniz Zeki bey. Nasılsınız?

- İyiyim iyiyim.

- Az önce Recep de telefon etmişti, yarın tam ameliyat saatinde
hastanede olacağını söyledi.

- Öyle mi! Aslında ben de o konuda konuşacaktım doktor bey.

- Buyrun.

- Bu ameliyat olmasın diyecektim.

- Olur mu! Siz ne diyorsunuz, diyaliz makinelerinde dolaşmak, o ağrıları çekmek,
her hafta, bazen haftada iki kez hastaneye koşmak, üstelik çoğu zaman
ağrı içinde sıra beklemek kolay mı sanıyorsunuz. Üstelik sizlerin durumu
çok güzel, iki kardeşten biri böbrek hastası çıkıyor, aynı gün muayene olan
kardeşinin de böbrekleri hem sağlam, hem de kardeşine uyumlu çıkıyor.

- Doktor bey, kusura bakmayın, tartışmak istemiyorum. Kimliğimi alıp gideceğim,
bu ameliyatı istemiyorum.

Doktor çok şaşkındı;

- Zeki bey, karar sizin, zorla bir şey yaptırma imkanımız yok ama bir doktor
olarak bu durumu kabullenemiyorum. Gelin bir daha düşünün, bu yaptığınızın
hiçbir mantıklı tarafı yok. Ameliyat masasına yatmaktan korkuyorsanız,
günümüzde bu ameliyatlar oldukça başarılı yapılıyor.

Kimliği uzattı;

- Evraklar önümde hazır, sadece sizin imzanız kalmıştı. Bakın kardeşiniz de
yarın vaktinde burda olacağını söyledi, daha ne istiyorsunuz ki, anlayamıyorum.

- Doktor bey, bey eninde sonunda bir organ bağışlayan çıkacaktır.

- Korkarım ki sizin o kadar vaktiniz yok.

Zeki, içinde inceden bir sızı duyar gibi oldu.

- Kardeşimin durumu o kadar mı kötü?

- Kardeşinizin mi! …Recep size söylemedi mi, sizin böbreklerden biri hiç çalışmıyor,
diğeri de iflas etmek üzere.

Zeki’nin gözlerinde korku, acı, hüzün toplanırken, durumu yeni anlayan doktor
bir an Zeki’nin gözlerinin içine öfkeyle baktıktan sonra ayağa kalktı;

- Zeki bey, kardeşiniz böbreğini size vermek için yarın burda olacak.
Size tavsiyem, bu evrakları imzalayıp sekreterliğe bırakın ve
yarın ameliyat için burda olun.

001.03.2012  20:00:54
ERZURUMNAME

Çitin adı çeper, oğlak da gıdik
Tay'a kurik derler, köpeğe gudik
Fasulyeye lobiya, bulgura hedik
Mantıya da hıngel diyirler bizde.

Telis çuval demek, punık de folluk
Bütüne tomari, tuluma tulluk
Civcivlere cücük, hindiye culuk
Patatese kartol diyirler bizde.

Un çorbası herle,ahır bizde kom
Bacaya buhari, leviyeye lom
Dantele tentene, tuman ise don
Bedduaya gargış diyirler bizde.

Sofra bezi dastar, samanlık merek
Demine bayahıt, sergene terek
Çaydanlığa çaynik, kovaya külek
Havluya da peşkir diyirler bizde.

Sandalyeye iskemle, katı ise perk
Bilmeceye mesel, nadasa da herk
Masal hekat iken, at arkası terk
Yüz örtmeye yaşmak diyirler bizde.

Dilsizin adı lal, görmeyenin kor
Yoğurt suyu söcük,öksürük de çor
Banyo yapmak çimmek, peynire de lor
Mızıkçıya cığız diyirler bizde.

Sos anık ve urva, kirişe hetil
Geçen yıla bıldır, yatağa mitil
Kahverengi kavut, bakraca sitil
Yolluğa da cecim diyirlerbizde.

Elbise entari, yumağa kelep,
Koyuna davar, sürüye celep
Çamaşıra esbab, çapraza verev
Rüzgara ülüzgar diyirler bizde.

Mandaya camış, kediye pisik
Sofraya peşkun, danaya mozik
Kuzu ve dananın yatağı kozlik
Divana da seki diyirler bizde.

Dağ eriği sarol, çeşmeler göze
Annemiz abadır, teyzemiz eze
Halaya bibi, tazeye teze
Bayata da kerti diyirler bizde.

 

 

  22:50:15  10.04.2011

Aradım nafile hep boşa çıktı hayaller
Ne yâri gülde gördüm nede gül’de dikeni 
Gül bahçesinde mahsun, bağbansız laleler
Bitmeyen gecede hazan zar eyledi beni.

Bir ilahi kudretki başımda dolanır
Herbir secdeye varışta dizlerim dallanır
Öyle bir yüzle çık ki adalet divanına
Cennetin irem bağları yetişşin imdadına.

Nedir bilirmisin ey kul uzağı yakın eden
Neredeler hani göster bakalım ceddin deden
Hiç duydun mu gidipte gelen 
Dön! Çetrefilli amansız yollara düşmeden.

Hakikat neşterin olsun terazin iki kefe
Durmadan koş doğru bildiğin hedefe
Yoluna çıksada engel sis duman 
Usanma koş sen değilsin ilk oraya varan.
 
 
Facebook beğen
 
www.tekmankatranli.tr.gg
 
Yüksek İnşaat Mühendisi
Nurdoğan YAYLACI
www.tekmankatranli.tr.gg
 
Elektrik Elektronik Mühendisi
Mevlüt YAYLACI
www.tekmankatranli.tr.gg
 
KATRANLI KÖYLÜLERİN BULUŞMA NOKTASI


More Cool Stuff At POQbum.com

www.tekmankatranli.tr.gg
 
 
Bugün 114473 ziyaretçi (328861 klik) kişi burdaydı!
www.tekmankatranli.tr.gg KATRANLI KÖYLÜLERİN BULUŞMA NOKTASI Bu web sitesi ücretsiz olarak Bedava-Sitem.com ile oluşturulmuştur. Siz de kendi web sitenizi kurmak ister misiniz?
Ücretsiz kaydol