HÜSEYİN KOÇBAŞ
08.04.2012
20:04:44
Dikenli teller sarmış dörtbir yanımı,
Ne yana dönsem vuruluyorum...
Bir gün öleceğimden değil,
Öldüreceğimden korkuyorum....
03.03.2012, 13:23:41
Hani, dağ yolunda yanımda idin.
Göz ucuyla bile bakamamıştım.
O güne kadar benim kalbimde idin.
Gönlümdeki sırları dökememiştim.
Güzel gözlerine bakmaya korktum.
Bir baksam, seni bırakamazdım.
Bütün hicranımı kalbime gömdüm.
Seni de kendim gibi yakamazdım.
Sen çok gençsin, hayallerin var.
Bütün hayallerini yıkamazdım.
Rüzgâr estiğinde, bulutu kovar.
Bulut gibi ufkunda kalamazdım.
Dizlerim titredi, dilim bağlandı.
Narin gülüm seni tutamazdım.
O serin havada bile kalbim yandı.
Su içsem de, içimi soğutamazdım.
Seninle yolumuz bir gün ayrılır.
Her şeye rağmen, unutamazdım.
Gün gelir, ruh bedenden sıyrılır.
Ölmeden senden kurtulamazdım.
03.03.2012, 13:20:07
Aradaki Fark
Anadolu'nun yetiştirdiği en büyük velilerden biri olan Hacı Bayram (XV. y.yıl)
Anadolu kökenli başka birçok bilgin ve erenin de üstadıdır. Bunlardan biri de
Fatih'in hocalarından Akşemseddin idi. Akşemseddin Hacı Bayram'a
bağlanışından kısa bir zaman sonra zekası, anlayışı, kavrayışı, en önemlisi de
şeyhine tam teslimiyeti sayesinde icazet (diploma) aldı ve irşadla
görevlendirildi. Akşemseddin'in bu başarısı Hacı Bayram'ın diğer
müridleri arasında kıskançlığa sebep oldu. Bunlardan biri
Hacı Bayram'a sordu:
- Efendi Hazretleri, kırk yıldır talebeniz olanlar
henüz halifeliğe (sizi temsile) layık görülmezken Akşemseddin'in kısa
zamanda bu rütbeye ulaşmasının sebebi ne ola?
Hacı Bayram, gerek maddi gerekse manevi hayatta yükselmenin
veya yerinde saymanın sebebini açıklarcasına cevap verdi:
- Bu köse (Akşemseddin) bizde ne gördü ve işittiyse hemen inandı ve teslim oldu.
Sebep ve hikmetini sonra kendi kendine bulup öğrendi. Kırk yıldır hizmetimizde
bulunanlar ise bizde gördüklerinin ve duyduklarının önce sebep ye hikmetini
öğrenip sonra inandı ve teslim oldu. İşte aradaki fark budur.
03.03.2012, 13:17:44
Ana Gibi Yar
Vaktiyle bir vezir, padişah katında hatırının kırılmayacağına inanarak
kendisinden şöyle bir ricada bulundu:
- Sultanım benim iki tane karım, her birinden de üçer çocuğum var
Karılarımın hangisinin analık duygularının daha kuvvetli olduğunu merak
ediyorum Malımı da buna göre vasiyet edeceğim Şunları bu konuda bir
sınamanız mümkün mü?
Padişah, veziri sevdiği için gönlünü yapmak istedi Hanımlarından birini
çağırttı ve dedi ki:
- Ey hatun, benim vezirim olan senin kocan, gözdelerimden birini baştan
çıkarmış Bunun cezası aslında ölümdür Ama sen kocanı affedersen idamdan
vazgeçip onu sevgilisiyle beraber ülke dışına sürgün edeceğim
Kadının gözlerinde intikam alevi parladı:
- istemem, bana yar olmayan başkasına da yar olmasın! Asın, ipini de bana çektirin!
Padişah daha sonra vezirin öbür karısını çağırttı Ona da aynı şeyi söyledi
Vezirin ikinci karısı tam tersine bir tavır takındı:
- Aman sultanım, ben kocasız kalmaya razıyım, ama çocuklarım babasız kalmasın,
idam edeceğinize sürgün edin de çocuklarım babalarıyla bir gün kavuşma
ümidini kaybetmesinler.
03.03.2012, 13:15:54
Küçük Bir Çamur Denizi Bulandirmaz
Sultan Ahmed'le Aziz Mahmud Hüdayi birbir lerini o kadar sever sayarlar,
birbirlerine o kadar bağlıdırlar ki, bu sevgi saygı ve bağlılıktan kaynaklanan
bir çok olay ilgili kitaplarda yer almıştır
Sultan Ahmed, Şeyhi Aziz Mahmud'a bir hediye sunmak istiyordu Mürşidinin
kendisinden bu hediyeyi kabul etmesi onu çok mutlu edecekti Sultan Ahmed
bir gün kendine uygun gördüğü birhediyeyi Aziz Mahmud Hüdayi Hazretlerine
gönderdi Ama Şeyh Hazretleri kabul etmedi Şüphesiz bu kabul etmeyiş,
sultana karşı bir tavır anlamına gelmiyordu Gerçek din büyüklerinden
çoğu prensip olarak hediye kabul etmezdi Bu, büyük insanların dünya
malına hangi gözle baktıklarını, başkaları için ulaşılmaz sayılan şeylerin
nazarlarında hiçbir değer taşımadığını ifade etmenin bir yoluydu
Sultan Ahmed şeyhi Hüdayi'nin kabul etmediği hediyeyi yine bu devrin
maneviyat ulularından Abdülmecit Sivasî'ye gönderdi Sivasî kabul etti Kendisine,
padişahın aynı hediyeyi Aziz Mahmud Hüdayi'e sunduğu ama kabul
etmediğide hatırlatıldı Sivasi Hazretleri gerçek büyüklere yakışır bir tutum
ortaya koydu: "Hüdayi Hazretleri bir karga değildir ki leşi kabul etsin" dedi
Aziz Mahmud Hüdayi'ye de "Sizin kabul etmediğiniz hediyeyi Şeyh Sivasî
kabul etti" dediler Onun tepkisi de şöyle oldu: "Onun için hiç bir sakıncası yoktur
Çünkü o öyle büyük bir umman (okyanus) dur ki bir parçacık çamurun kendini bulandırmayacağını bilir"
03.03.2012, 13:15:11
Baba Şefkati
Puan Ver : Hep öyle biliriz ya
Kızarlar.
Asık bir ifadeyle, çatarlar kaşlarını.
Oysa hiçbirimiz bilemeyiz
Yüreklerinde ki yaşattıkları çocuğun ruhunu
Göremeyiz
Hiç birimiz anlayamayız
Saçlarınızı gizli gizli okşayan
Gecenin karanlığında
Çatlamış baba ellerinin sıcaklığını..!
03.03.2012, 13:14:15
İçimi terk et artık gücüm yetmez yüreğime,
Mesele ağlamak değil yada çok söz biriktirmekte değil,
Mesele sensizlikle eylenememekte,
Bu baharda içimde yokluğun
Elimde susmuşluğum.
Karşı su birikintisi aksına yerleştirdim seni
Her akşam karanlığında izliyorum camdan,
Orası benim denizim, orası benim cezaevim.
Söylesene sen hep burada iken seni nasıl terkeyleyeyim.
ALINTI
03.03.2012, 13:10:48
Tevekkül Böyle mi Olur?
Büyük velilerden Şakik Belhi (VIII. yyıl) bir kıtlık senesinde, herkesin kara kara
düşündüğü bir ortamda, zengin bir adamın kölesinin şakır şakır oynadığına
şahit oldu. Yanına yaklaştı ve sordu:
- Herkes kıtlıkla, açlıkla karşı karşıya olmaktan inler dururken sen neye
güvenerek böyle oynayabiliyorsun? Köle cevap verdi:
- Herkesten bana ne? Benim için bir tehlike söz konusu değil.
Benim efendimin 7-8 tane köyü var, her ihtiyacımız o köylerden sağlanıyor.
Bu açıklama Şakik'i adeta bir şamar gibi sarstı. Çünkü kendisi de
kıtlıktan dolayı endişe içindeydi. Ama köle onu uyandırdı ve kendi
kendine şöyle dedi:
- Hey Şakik kendine gel! Şu köle nihayet bir insan olan efendisine
bunca güveniyor, kendini emniyet içinde hissediyor. Sen ki bütün canlıların
rızkını garanti eden Allah'a inanıyor, tevekkül ediyorsun, Bu nice tevekküldür ki
rızık endişesi içindesin?
03.03.2012, 13:09:38
Adamin Önemi
Halife Hz. Ömer bir mecliste hazır bulunanlara sordu:
- Eğer dileğiniz hemen kabul ediliverecek olsa ne dilerdiniz?
Birisi, "Benim falan vadi dolusu altınım olsun isterim. Onu harcayarak
İslâm'a daha çok hizmet edeyim diye" dedi. Bir başkası, "Şu kadar sürüm
(davar, koyun, keçi), mal ve mülküm olsun isterdim. Gerektikçe onları
sarfederek dine yararlı olayım diye" dedi. Herkes buna benzer şeyler söyledi.
Hz. Ömer hiçbirini beğenmedi. Bu defa meclistekiler, Hz. Ömer'e sordu:
- Ya Ömer peki sen ne dilerdin? Cevap verdi:
- Ben de Muaz, Salim, Ebû Ubuyde gibi müslümanlar yetişsin isterdim.
İslâm'a onlar vasıtasıyla hizmet edeyim diye
19.02.2012
20:43:48
ALDANMA
Şimdi sokak karası gözlerine baksam,
Aldanırmı çocuk sevdam yine sana?
Yalnızlığı ağırlayacağını bile bile sofrada.
Neden bilmiyor, vazgeçmiyor dargın yaram senden….
Oysa kaç defa bir kedi sıcaklığı istedi de itildi
Oysa kaç defa sessiz sözlere yar edildi,
Derdinden kaç bedende acı dindirdi.
Artık gel deme bana…
Korkuyorum sana sokulmaya
Bozgun koruk bağı darıldı harcanan sevdama.
Aşk bir bana gelince mi kör oldu.
Söyle başka kim olsa yarı yolda beni kordu.
Artık yalnızlığa hazırlanıyor gecelerim,
Anladı sevilmedim anladı hiç biriktirilmedim.
Hiç içinde yer edinmedim.
Biz aşık değilmiydikki, karşılığı olmayan seneleri heba ettik,
Biz kaç yarını sadece bir parçanı isteyerek geçirdik.
Bizki bir dokunmaya ellerine bin sevişmeyi feda ettik.
Yinede sevilmedik
Yinede bir umut dedik bekledik bekledik bekledik.
Değmeyecekti bilemedik.
Gitme desen içinde eriyecek değilmiydik,
Çocuk gibi dizinde yatmayacakmıydık,
Uğrunda kar beyazı saçlarına dokunmayacakmıydık,
Sana ait her şeyi bir hazine edasında saklamayacakmıydık?
Her gelişinde dünyalar olup her gidişinde yok olmayacakmıydık.
Biz yinede sevilmedik
Biz yinede bekledik bekledik bitmeden bekledik.
Sevilmeyecektik tükenmeden bekledik bekledik.
19.02.2012
20:40:38
Hatırla sevilir olmuşum;
Hatırım kalmasın sende söyle gitsin benden.
Varlığın değildi yanımda boşluğu savuran,
Bir koca yürektin her yerimde,
Dökme sözlerimi, içimde sızlasın.
Hatıran bildiğim gibi kalsın bende.
Yoruldum kaybolmaktan
Vede unutulmaktan…
19.02.2012
20:35:44
Evet arkadaşım!gülmek varken surat asmak niye,güldürmek varken ağlatmak niye,
güzel sözler söylemek varken,kalpleri kırmak niye?hayat çok kısa arkadaşlar ve
bu dünyadaki hıc bır sey kırılan kalplere değmez
19.02.2012
20:34:24
Dostlar arasına hasret uçurumu girdiğinde, yıldızlarla vuslat köprüsü kurduk yürekten yüreğe.
Gönlümüzün hasret günlüğüne unutmayı ve unutulmayı hiç yazmadık...
Güneşe bağlandı korkuyla önce insan. Sonra ateşe, suya ...
Ay battı su kurudu gün bitti.. Sevgi kardeşlik dostluktu sonsuz olan...
19.02.2012
20:30:47
Ne göz kıyar sana bakmaya,
Ne ellerim dayanır sana dokunmaya,
Ne kollarım uzanır seni sarmaya
Hiç ömür yeter mi?
Bir sen daha bulmaya bitanesi...
Bir nasihat: Kendine dikkat et.
Bir rica: Sakın değisme!
Bir Dilek : Beni unutma.
Bir Yalan : Seni hiç sevmiyorum.
Bir Gercek : Seni çok özlüyorum.
Gecenin karanlığında, güneşin ışığında,
Suyun damlasında, selin coşkusunda
Kimi yanımdasın kimi rüyamda
Ama hep aklımdasın sakın unutma......
Biliyorum bugün kulakların bir başka çınlayacak,
anlayacaksın seni yine nasıl andığımı, özlediğimi.
Ellerin titreyecek, gözlerin yollarda kalacak,
sende hissedeceksin yüreğimde neler hissettiğimi!
Bırakma beni sevdiğim gidişine dayanamam,
Hasret gözyaşlarımla kendimi avutamam…
Dönerim dersin ama kadere inanamam,
Bıraktığın anılarınla, ben sensiz yasayamam
Bakışlar vardır insani ömür boyu ağlatan.
Yollar vardır aşılması güç olan.
Kalpler vardır acılarla parçalanan.
Ve insanlar vardır hiç unutulmayan.
Sanma beni sevipte bırakanlardan.
Benim sevgim mezara kadar olandan
Bu mesajı silersen benden hoşlanıyorsun,
Silmezsen beni istiyorsun,
Cevap verirsen beni seviyorsun,
Vermezsen bensiz yapamıyorsun,
Hadi bakalım ne yapacaksın?
Senin kanadın olmak isterdim
Ben olmadan uçma diye
Senin baharın olmak isterdim
Ben olmadan açma diye
Benim için seni görmek suya benzer
Seninle yasamak ise nefes almaya
Susuz üç gün yaşarım ama nefes almadan asla
Sana ne demeliyim bilmiyorum,
Güneşim desem güneş batıyor,
Hayatım desem hayat kısa,
Gülüm desem oda soluyor,
Sana canım demeliyim.
Çünkü bu can seninle yaşıyor..
Sen bir pınarsın içilen ama kanılmayan,
Seveni yanıltmayan, sevince yanılmayan,
varlıgına doyulmayan, yokluğuna dayanılmayan..
Canımdaki her nefes nefesine eklensin,
içimdeki her nefes hayalinle demlensin,
bırak bu gönlüm varlığınla renklensin,
sen benim gönlümde yaşadıkça özelsin!
Sen güllere özenme güller sana özensin.
Üzme tatli canini sen güllerdende güzelsin.
Sevgi kadar özgür Özgürlük kadar özelsin.
Bir gülsen dünyalara bedelsin.
Bir umut vardır hiç tükenmeyecek,
bir hasret vardır çekilmeyecek, birde ölüm vardır,
bir gün elbet gelecek ama sana olan sevgim ne ölecek ne de bitecek
Sevgilerin en güzeli seni sevmek
Özlemlerin en güzeli seni özlemek
Ve hayatin tadı sabah kalktığında senin var olduğunu bilmek
19.02.2012
20:25:47
Bize sevmesini öğretmediler sevgili,bize hep sevgiyi saklamasını öğrettiler. Hep bekletmeyi.,. hep ertelemeyi…
bu yüzden biz kiminle birlikteysek bir diğerini ama hep uzakta olanı özledik, hiç dinmedi doyumsuzluğumuz, biz
hep uzaktakini sevdik sevgili…yanımızdakini değil, odamızın duvarının arkasındakini değil, birşeyler paylaştığımızı değil,
uzaklardakini, ulaşamadığımız kadar uzaklardakini sevdik…Yanımızdakileri kırıp geçirdik,incitip üzdük de,
hep ulaşamadıklarımıza sakladık söyleyemediğimiz o güzel sözleri…
Hüseyin KOÇBAŞ
18:45:33 06.09.2011
Her Şey Sende Gizli
Yerin seni çektiği kadar ağırsın,
Kanatların çırpındığı kadar hafif..
Kalbinin attığı kadar canlısın,
Gözlerinin uzağı gördüğü kadar genç...
Sevdiklerin kadar iyisin, Nefret ettiklerin kadar kötü..
Ne renk olursa olsun kaşın gözün,
Karşındakinin gördüğüdür rengin..
Yaşadıklarını kar sayma:
Yaşadığın kadar yakınsın sonuna; ne kadar yaşarsan yaşa,
Sevdiğin kadardır ömrün..
Gülebildiğin kadar mutlusun.
Üzülme bil ki ağladığın kadar güleceksin
Sakın bitti sanma her şeyi,
Sevdiğin kadar sevileceksin.
Güneşin doğuşundadır doğanın sana verdiği değer
Ve karşındakine değer verdiğin kadar inansın.
Bir gün yalan söyleyeceksen eğer;
Bırak karşındaki sana güvendiği kadar inansın.
Ay ışığındadır sevgiliye duyulan hasret,
Ve sevgiline hasret kaldığın kadar ona yakınsın.
Unutma yağmurun yağdığı kadar ıslaksın,
Güneşin seni ısıttığı kadar sıcak.
Kendini yalnız hissetiğin kadar yalnızsın
Ve güçlü hissettiğin kadar güçlü.
Kendini güzel hissettiğin kadar güzelsin..
İşte budur hayat!
İşte budur yaşamak,
Bunu hatırladığın kadar yaşarsın
Bunu unuttuğunda aldığın her nefes kadar üşürsün
Ve karşındakini unuttuğun kadar çabuk unutulursun
Çiçek sulandığı kadar güzeldir,
Kuşlar ötebildiği kadar sevimli,
Bebek ağladığı kadar bebektir.
Ve herşeyi öğrendiğin kadar bilirsin bunu da öğren,
Sevdiğin kadar sevilirsin...
Can Yücel
18:44:33 06.09.2011
İki derviş, yolculukları sırasında bir dere kenarına varmışlar.
Genç bir kadın dere kenarında karşıya nasıl geçeceğini bilemez halde
ağlamaktaymış.
Dervişlerden biri, genç kadını kucaklayıp suyun öteki tarafına bırakmış.
Öteki derviş, arkadaşının bu davranışını hiç hoş karşılamamış ancak
sesini de çıkarmamış.
Dervişler dere kenarından bir kilometre kadar uzaklaştıklarında;
diğer derviş daha
fazla dayanamamış ve arkadaşına hışımla dönmüş:
- Sen, böyle bir şeyi nasıl yaparsın? Biz dervişiz! Bırak bir kadını
kucaklayıp karşıya geçirmeyi, onlara bakmamız bile yasaktır!
Hatta seni baştan çıkarabilirdi.
Öteki derviş oldukça sakin karşılık vermiş:
- Dostum ben o kadını bir kilometre geride bıraktım.
Sen? Sen ise hala onu taşıyorsun.
18:43:33 06.09.2011
Terbiye Yaratılışa Bağlıdır...
Hükümdarlardan biri vezirine, oğlunun hocasıyla ilgili yakınıyordu:
- Ben oğlum ilim öğrensin istiyorum... Benim yerime iyi bir hükümdar olsun...
Ama o devamlı müzikle, sazla, sözle uğraşıyor... Zannımca hocası onu,
vasfına yakışır şekilde yetişmesi yönünde destekleyemiyor.
Vezir:
- Hükümdarım, hocanın elinde mucize yok! Çocuğun neye yeteneği varsa hocası
ancak onda ilerlemesine yardım edebilir. İnsanın doğası değiştirilemez.
Terbiye yaratılışa bağlıdır.
Hükümdar düşüncesinin arkasındaydı... Doğuştan sahip olduğumuz yetilerin,
terbiye ile değiştirilebileceğini savunuyordu... Bunu kanıtlamak için de; bir akşam
sarayda eğlence tertip ettirdi. Eğlence arasında eğitimli kedilerin bir gösterisi vardı.
Kediler, sırtlarına konan tabağı ve tabağın içindeki yanan mumları düşürmeden
itinayla taşıyorlardı. Hükümdar vezire, kedileri göstererek:
- Görüyor musun? dedi. Terbiye ile neler başarılabiliyor...
Vezir karşılık vermedi, olumlu ya da olumsuz... Başka bir eğlence gecesini
bekledi ve
bu geceye gelirken de yanında birkaç tane fare getirdi gizlice. Kedilerin
gösterisi başladığında,
fareleri kedilere doğru salıverdi. Fareleri gören kediler, sırtlarındaki tabağı,
mumu unutup farelerin peşine düştüler. Mumlar bir yana, tabaklar bir yana
yuvarlandı...
Yanan mumlardan, halılar tutuştu... Ortalık bir anda tarumar oldu...
Bu sırada vezir ise padişaha sokulup; iddiasını destekler kanıtı gururla
seyrederek şöyle dedi:
- Gördünüz mü padişahım, terbiye yaratılışa bağlıdır!
15:45:37 01.08.2011
BISMILLÂHIRRAHMÂNIRRAHIYM
Esirgeyen ve bagislayan Allah’in adi ile
Ey Rabbim!
Yüce Esmai Hüsnan hürmetine senden istiyorum Ey Allah’im! Senden
baska ilah yoktur
Ey Merhametli Rabbim! Yüce Kitabimiz Kur’an’i ögreten, affeden ve
aciyan sensin
Ey mülkün ve kiyamet denilen dehset verici günün sahibi ve hakimi Rabbim!
Ey bütün eksik ve noksanliklardan münezzeh, Malik, güven veren ve
yüce olan Rabbim!
Melik, Hak ve selam isimlerinin sahibi olan Allah, imansizlarin
vasfindan beridir.
Allah insanlari kurtulus yurduna çagirir
Ey güven saglayan, görüp gözeten, zor kullanma gücüne sahip yüce ve
münezzeh Rabbim
Ey Aziz ve Hakim Rabbim! Ey güç ve kuvvetin sahibi Rabbim! Yücelik,
güç ve kuvvet ancak sana aittir
Ey yoktan var eden Rabbim! Yoktan varetmek ancak sana aittir
Ey sekil veren Rabbim! Ana rahimlerinde bulunanlara istedigi sekli
veren Sensin
Zat'ina karsi söylenen sözlerden beri olan, evvel, ahir, zahir, batin ve
yapilan sükürleri kabul eden Rabbim! Mutlaka bagislayan ve sükürleri
kabul eden sensin
Ey merhametlilerin en merhametlisi, çok bagislayip, çok aciyan Rabbim!
Ey her görünende birligi gayet açik, zahir ve batin olan Rabbim!
Ey herseyi ayakta tutan, mutlaka adaletin sahibi, zatindan baska gerçek
bir ilah olmayan Rabbim! Ey Hay sifatinin sahibi! Sen teksin ve birsin.
Senden baska bir ilah yoktur
Hay ve Kayyum olan Rabbim!
Ey ilmiyle herseyi kusatan! Sen herseyi bilen ve isitensin!
Ey herseyi gören, mutlak surette kullarin hert haline nigahban olan Rabbim!
Ey yapilan bunca isyana karsi sabirli olan, Rabbim! Çünkü Sen ilminle
herseyi bilir ve sabrinla bir müddet verirsin
Ey gerçek hükmün sahibi! Sen Azizsin ve gerçek hüküm ancak Sendedir
Herseye gücü yeten, öldükten sonra da diriltmeye ancak Sen muktedirsin
Ey herseyi kudreti ile ayakta tutan Rabbim! Yarin kiyamet gününde takva sahibi
kullar Melik-i muktedir olan Rabbin katinda bulunacaklardir
Ey ölenleri dirilten! Kabirlerde çürüyecek toprak olanlari da sen dirilteceksin
Ey her canlinin rizkini veren! En güzel rizki veren sensin
Ey mülkün yegane sahibi! Semalarin ve yerin mutlak sahibi Sensin
Ey en güçlü! Güçlü ve Aziz sensin
Ey her seyin sahidi! Mutlaka her seyin gerçek yüzünü bilen sensin
Ey yoktan varden! Yoku var, vari yok eden Allah’im! Ey bol rizik veren!
Diledigine rizik veren sensin
Ey tevbeleri, yakarmalari kabul eden rabbim! Karsiliksiz veren ancak sensin
Ey Yüce olan Rabbim! Celal ve ikram sahibi sensin
Ey güzeller güzeli Rabbim! Her hususta bizi güzel sabredenlerden eyle
Ey herseyin dayanagi Allah’im! Dayanak olarak sen bize kafisin
Ey riziklari üzerine alan Rabbim! Herkesin rizkini vermeye ancak sen kefilsin
Ey bakip gözeten Allah’im Savasta mü’minleri gözetip muvaffak kilan sensin
Ey dost olanlarin dostu olan Rabbim! Övülmeye layik tek dost sensin
Ey her seyi terbiye eden! Alemleri terbiye eden ancak Sen’sin
Ey Ganiy! Zengin olan ancak Sen’sin! Baskasi senin zenginligin
karsisinda fakirdir.
Ey sükredenlerin sükrünü kabul buyuran Allah'’m! Sükredenleri
ancak bilen sensin
Ey yoktan var eden Allah'’m! Yoktan var eden ve bilen sensin
Ey hazinelerinden ihsan eden Allah'’im! Sen, senin için ihsanda
bulanan kullarini seversin
Ey Kadir olan Allah’im! Her seye kadir olan sensin
Ey herseyi kemale erdiren! Her seyi kemale erdiren sensin
Ey yücelten!Diledigini yücelten, diledigini alçaltan sensin
Ey dereceleri yükselten! Dereceleri yükselten, arsinsahibi sensin.
Sefaat edenler ancak senin izninle sefaat edeceklerdir
Ey büyük olan Allah’im! Yüce ve en büyük olan Sen’sin!
Ey Hakk olan Rabbim! Bütün mahlukatin gerçek hakkini veren
Melik Sen’sin
Ey iyilik edenleri seven Allah’im! Iyilik edenleri seven ve onlara
aciyan Sen’sin
Ey tek olan Allah’im! Her çift ve teke yemin eden Sen’sin
Ey günahlari bagislayan Allah’im! Affedenlerin en hayirlisi Sen’sin
Ey Hamd edenlerin hamdini kabul buyuran Rabbim!
Kur’an kendisine hamd olunan, gerçek hükmün sahibi
Allah tarafindan indirilmistir
Ey ihsan edici Allah’im Gerçek ihsanin sahibi Sen’sin
Ey Baki olan Allah’im! Senden baska her sey fani, yalniz Sen Baki’ sin.
Celal ve Ikram sahibi Sen’sin
Ey bir olan Allah’im! Tek olan ancak Sen’sin
Ey güçlü olan Allah’im! Güçlü olan, rizik veren ancak Sen’sin
Ey yol gösteren Allah’im! Diledigini dogru yola gösteren Allah’im!
Diledigini dogru yola götürecek Sen’ sin
Ey en güzel Yaratici Allah’im! Yerleri ve gökleri yaratan Sen’sin
Ey bilen Rabbim! Görünen ve görünmeyen alemleri bilen Sen’sin
Ey maddi ve manevi her çesit fütuhati veren ve bilen Sen’sin
Ey her seyi kudreti ile ihata eden Sensin
Ey hükmün sahibi Allah’im! Gerçek adil hükmü veren Sen’sin
Ey herkesin kendine muhtaç oldugu Rabbim! Herkesin hesabini en
iyi bilen Allah’im!
Herkesin hesabini en ölçülü sekilde görecek sensin
Ey yardim eden Allah’im! Sen ne güzel yardim eden bir Mevlasin
Ey Kainati kudret elinde tutan Allah’im! Her sey Sen’in kudret elindedir
Ey bütün varliklari bir anda yok etme gücünün sahibi Allah’im! Kullari
öldürmek de,
Sen’in kudret elindedir
Ey büyüklerin büyügü olan Rabbim! En yüce ve en büyük Sen’sin
Ey zati ile kaim olan Rabbim! Dogmamis, dogrulmamis Allah’im!
Sen’in esin ve bir
benzerin yoktur
Ey misli olmayan Rabbim! Sen duyan ve herkesin görmedigi
gizliliklere vakifsin.
Sen ne güzel bir Mevla ve ne güzel bir yardimcisin
Ey yüce Rabbim! Güç ve kuvvet ancak senin yardiminla mümkündür
15:32:07 30.07.2011
Bir erkek nasıl sever ?
Delikanlı babasını boğulmak üzere olduğu derin düşüncelerden,
uzattığı bir soru cümlesiyle kurtardı:
- Baba, sence bir adam bir kadını neresiyle sever? Aklıyla mı,
kalbiyle mi, mantığıyla mı?
Oğlunun uzattığı soruya tutunarak yüzeye çıkan baba,
tuttuğu nefesini bir cevap olarak bıraktı odanın sigara
dumanından ve mutsuzl...uktan ağırlaşmış havasına..
- Hiçbiriyle sevemez oğul..
Aklıyla sevemez insan..Öyle olsaydı deliler sevemezdi,,
oysa en büyük aşıklar deliler değil mi? Kalbiyle de sevemez insan..
Eğer kalple sevilebilseydi, kalp nakillerinde sevgi nakledilen kalbe geçerdi..
Mantığıyla da sevemez insan.. Aşkta mantık olur mu hiç.. Değil mi?
Babasının haklı ama tatmin edici olmayan cevabına cesaretini toplayarak
tekrar bir soruyla karşılık verdi genç adam:
-Peki o zaman, bir adam bir kadını neresiyle sever baba?
Yaşlı adam, gözlerini karşı duvardaki yıllar önce kaybettiği karısının
resmine dikti..
Sigarasından derin bir nefes daha çekti.. Çektiği sadece bir nefes değil
,, sanki bütün bir hayattı... Gözyaşı bezlerine yıllardır esir ettiği asi
bir gözyaşı damlası firar etti gözlerinden...Asi damlanın kaçışı
yaşlı adamın dudaklarının kenarında son buldu.
- Tuzluymuş.. dedi.
Ve anladı her sabah neden bu kadar çok su içtiğini...
Yıllardır hapsettiği,, içine akıttığı gözyaşları içini yakmıştı.
. Aldığı nefesi can verirmiş gibi yine bir cevap olarak saldı
odanın kasvetinin ortasına..
-Ruhuyla sever evlat ruhuyla..Akıl uçar,, kalp çürür,
, mantık tükenir... Ama ruh hep nefes alır...
Eğer ruhuyla sevebilirse bir erkek;
sevgisi de sevdiği de mahşere kadar onunla kalır...
09:53:20 17.06.2011
Şartlar Ne Olursa Olsun ; İlk Şartımız " BİSMİLLAH " Olsun !
بِسْــــــــــــــــــمِ اﷲِالرَّحْمَنِ اارَّحِيم
Sonsuz bir karanlığın içinden doğdum.
Işığı gördüm, korktum.
Ağladım.
Zamanla ışıkta yaşamayı öğrendim.
Karanlığı gördüm, korktum.
Gün geldi sonsuz karanlığa uğurladım sevdiklerimi...
Ağladım.
Yaşamayı öğrendim.
Doğumun, hayatın bitmeye başladığı an olduğunu;
aradaki bölümün, ölümden çalınan zamanlar olduğunu
öğrendim.
Zamanı öğrendim.
Yarıştım onunla...
Zamanla yarışılmayacağını,
zamanla barışılacağını, zamanla öğrendim...
İnsanı öğrendim.
Sonra insanların içinde iyiler ve kötüler olduğunu...
Sonra da her insanin içinde
iyilik ve kötülük bulunduğunu öğrendim.
Sevmeyi öğrendim.
Sonra güvenmeyi...
Sonra da güvenin sevgiden daha kalıcı olduğunu,
sevginin güvenin sağlam zemini üzerine kurulduğunu
öğrendim.
İnsan tenini öğrendim.
Sonra tenin altında bir ruh bulunduğunu...
Sonra da ruhun aslında tenin üstünde olduğunu öğrendim.
Evreni öğrendim.
Sonra evreni aydınlatmanın yollarını öğrendim.
Sonunda evreni aydınlatabilmek için önce çevreni aydınlatabilmek
Gerektiğini öğrendim.
Ekmeği öğrendim.
Sonra barış için ekmeğin bolca üretilmesi gerektiğini.
Sonra da ekmeği hakça üleşmenin, bolca üretmek kadar
önemli olduğunu öğrendim
Okumayı öğrendim.
Kendime yazıyı öğrettim sonra...
Ve bir süre sonra yazı, kendimi öğretti bana...
Gitmeyi öğrendim.
Sonra dayanamayıp dönmeyi...
Daha da sonra kendime rağmen gitmeyi...
Dünyaya tek başına meydan okumayı öğrendim genç yasta...
Sonra kalabalıklarla birlikte yürümek gerektiği fikrine vardım.
Sonra da asil yürüyüşün kalabalıklara karşı olması gerektiğine vardım.
Düşünmeyi öğrendim.
Sonra kalıplar içinde düşünmeyi öğrendim.
Sonra sağlıklı düşünmenin kalıpları yıkarak düşünmek
olduğunu öğrendim.
Namusun önemini öğrendim evde...
Sonra yoksundan namus beklemenin namussuzluk olduğunu;
gerçek namusun, günah elinin altındayken, günaha el
sürmemek olduğunu öğrendim.
Gerçeği öğrendim bir gün....
Ve gerçeğin acı olduğunu...
Sonra dozunda acının, yemeğe olduğu kadar hayata da
"lezzet" kattığını öğrendim.
Her canlının ölümü tadacağını,
ama sadece bazılarının hayatı tadacağını öğrendim.
Ben dostlarımı ne kalbimle nede aklımla severim.
Olur ya ...
Kalp durur ...
Akıl unutur ...
Ben dostlarımı ruhumla severim.
O ne durur, ne de unutur ....
MEVLANA
Zenginin biri ölümden ve kabirdeki yalnızlıktan çok korkuyormuş.
"Öldüğüm geceyi kim kabre girerek sabaha kadar benimle geçirirse
servetimin yarısını ona bağışlıyorum" diye vasiyet etmiş. Öldüğünde
"Kim birlikte kabre girip sabahlamak ister?" diye araştırmışlar.
Kimse çıkmamış. Nihayet bir hamal,-Benim sadece bir ipim var,
kaybedecek bir şeyim yok. Sabaha kadar durursam zengin olurum.
" diye düşünerek kabul etmiş.Vefat eden zengin ile birlikte defnetmişler.
Sorgu sual melekleri gelmiş. Bakmışlar kabirde bir ölü, bir canlı var.
"Nasıl olsa bu ölü elimizde... Biz şu canlı olandan başlayalım" demişler ve
hamalı sorgulamaya başlamışlar. -O ip kimin? Nereden aldın?
Niye aldın?
Nasıl aldın? Nerelerde kullandın?" Sabaha kadar sorgu sual
devam etmiş,
adamın hesabı bitmemiş. Sabahleyin kabirden çıkmış.
- Tamam, servetin yarısı senin, demişler.
- Aman, demiş hamal, istemem, kalsın. Ben, sabaha kadar bir ipin
hesabını veremedim.
O kadar servetin hesabını nasıl veririm?
10:13:25 11.06.2011
TÜM ZİYRETÇİLERİMİZDEN ANEKTOTLAR BEKLİYORUZ
Yerin seni çektiği kadar ağırsın, kanatların çırpındığı kadar hafif, kalbinin
attığı kadar canlısın, gözlerinin uzağı gördüğü kadar genç.
Sevdiklerin kadar iyisin, nefret ettiklerin kadar kötü !..
Ne renk olursa olsun kaşın gözün, karşındakinin gördüğüdür rengin..
Yaşadıklarını kar sayma ; Yaşadığın kadar yakınsın sonuna..!
Ne kadar ...yaşarsan yaşa, sevdiğin kadardır ömrün. Gülebildiğin kadar
mutlusun..Üzülme bil ki ağladığın kadar güleceksin.
Sakın bitti sanma her şeyi ; Sevdiğin kadar sevileceksin..
Güneşin doğuşundadır doğanın sana verdiği değer ve karşındakine
değer verdiğin kadar insansın. Bir gün yalan söyleyeceksen eğer !..
Bırak karşındaki sana güvendiği kadar inansın..
Ay ışığındadır sevgiliye duyulan hasret ve sevgiline hasret kaldığın
kadar ona yakınsın.
Unutma yağmurun yağdığı kadar ıslaksın ; Güneşin seni ısıttığı kadar
sıcak..Kendini yalnız hissettiğin kadar yalnızsın..! Ve güçlü hissettiğin
kadar güçlü ; Kendini güzel hissettiğin kadar güzelsin. İşte budur hayat
, işte budur yaşamak bunu hatırladığın kadar yaşarsın, bunu unuttuğunda
aldığın her nefes kadar üşürsün !..Ve karşındakini unuttuğun kadar çabuk
unutulursun..! Çiçek sulandığı kadar güzeldir, kuşlar ötebildiği kadar sevimli..
Bebek ağladığı kadar bebektir ve her şeyi öğrendiğin kadar bilirsin bunu da öğren ;
Sevdiğin kadar sevilirsin...*
20:03:13 09.06.2011
HADİ BİRAZDA GÜLELİM
Çocuğun biri babasına sormuş :
Baba biz nasıl olduk.?
Baba cevap vermiş maymunlar türeye türeye biz olduk...
Tabi çocuk babasının lafına inanmamış.
Annesine biz nasıl olduk demiş.?
...Annesi; ALLAH.. Adem Babayla,Havva Annemizi yaratmış nesilden
nesile biz olmuşuz demiş.
Çocuk:ama babam maymunlar türeye türeye biz olduk dedi.
Anne cevap verir: O babanın sülalesi bizi ilgilendirmez 
20:02:33 09.06.2011
Asla yitirme umudunu
Kaybetmekten korkarak
Elindekinin de yok oluşunu izleme
Ellerinden kayıp gidenler fazla olsa da
Yenilerini bekle...
......Her gecenin bir sabahı vardır...
Düşün...
Yarın ayakta olmalısın..
Hayatın sana sunacaklarını görmek için...
İçinde çektiğin derin off lar
Ve keşkeler de olacak
Yitirme umudunu...
Düşe kalka..
Güle ağlaya...
Yaşamalı hayatı...
Unutma kalkmak için,düşmek gerekir
Gülmek İçinde,Ağlamayı Bilmek..
19:49:33 09.06.2011
Hayatta kimseyi değiştiremezsin .
ve kimse için değişmemelisin..
Ne sen başkası ...için mecburi istikametsin;
ne de başkası senin için...
Yorma kendini;
"Bırak hayatına eşlik etmek isteyenler seninle gelsin"."
19:48:20 09.06.2011
Cafer-i tayyar : Yıllarca taştan, tahtadan yontulmuş putlara taptık !..
İlahlarımızı kendimiz yarattık..!
Allah’ ın varlığından habersiz yaşadık !..Kanunlarımızı insanlar yapıyordu.
Allah’ tan gelen hiçbir şey yoktu..! Zenginler fakirleri unutmuştu !..
Acıma duygusu bilinmiyordu.
Düşene kimse el uzatmıyordu..! Allah bizi bunun gibile...rinin
(Amr b. Asr’ı kasdediyor )
elinden kurtaracak birini seçti. Ona yapması gerekeni öğretti.
Bize gönderdi ;
Hz.Muhammed’ e inanıyoruz. Allah’ ın elçisi olarak kabul ediyoruz.
Necaşi : Bilmek istiyorum, dininiz neyi emrediyor..?
Cafer-i tayyar : Allah’ a inanmayı, yalan söylememeyi, zina etmemeyi, harama
el uzatmamayı,
zulmetmemeyi, komşularımızı kendimiz kadar sevmeyi, yardım etmeyi '
bazen bir tebessüm
bile yardım sayılır ' diyor. Kadınlara kötü davranmamayı, yetimlere
bakmayı emrediyor.
Tahtadan taştan oyulmuş tanrılardan hâyır gelmeyeceğini söylüyor.
Amr bin As : Dinimize daha fazla dil uzatılmasına tahammül edemeyeceğim !.
.Biz eski bir uygarlığız..! Tanrılarımızdan taş ve tahtadan putlar diye
söz etmek cahilliktir !..
Bizim taptığımız şey bir şekil değil, o şeklin içinde yaşayan ruhtur..!
Necaşi : Putperestliğin iyi anlaşılmadığı konusunda seninle beraberim.
Amr bin As : Teşekkürederim. Şimdide kadınlar için düşündüklerini anlatsınlar..
Cafer-i tayyar : Allah kadını erkeğe eş olsun diye yaratmıştır. Erkekten farklıdır ;
Ama onunla eşittir.
Amr bin As : Eşit mi !..Satın alırız kadınları yedirir, giydirir, kullanır,
sonrada başımızdan atarız..!
Hiç kadın, erkekle eşit olabilir mi..?
( Necaşi’ nin sarayında ; Mekkeli müşrikler kahkaha atarlar..! )
Cafer-i tayyar : Allah insanı bir kadın ve bir erkekten yarattı. Amr,
seni karnında taşıyan anaya
saygın bütün kadınlara yansımalı..!
Necaşi : Onun bir tek Allah’ ından bu kadar güzel sözler çıkarken,
sizin 300 tanrınızın dili mi tutuldu..?
Cafer-i tayyar : Allah daha öncede konuştu insanlarla ; İbrahim,
Nuh, Musa, İsa aracılığıyla.
Şimdi de ; Hz. Muhammed' i seçtiyse niye şaşırmalı buna..
Necaşi : Bu isimleri kimden öğrendin..?
Cafer-i tayyar : Hepsinin Kur’an da yeri var.
Amr bin As : Muhammed' i çocukluğundan tanırım koyunlara
bakan bir yetimdi.
Necaşi : Ne çıkar, İsa da marangozdu..! İsa’ nın sözleri ve sizin
Muhammed’ inizin sözleri,
aynı lambadan çıkan iki ışık gibi..!
Amr bin As : Hayır yalan söylüyor !..Onlar İsa’ yı inkâr eder..!
Üç tanrıya taptığınızı söyler ;
Baba, Oğul ve Kutsal Ruh.
Amr bin As : ‘ Allah’ ın oğlu değildir ’ diyorlar, ‘ Allahın oğlu olamazmış.’
Necaşi : İsa’ yı anlat bana..?
Cafer-i tayyar : Peygamberimizden öğrendiklerimizi tekrarlayabilirim ;
Allah, Kutsal Ruh’ unu Meryem adındaki bir bakirenin rahmine düşürmüş.
O da Allah’ın peygamberi olan İsa’ yı doğurmuş
Amr bin As : Bakın, ‘ Allah’ın oğlu değildir ’ diyorlar..
Necaşi : Sizin mucizeniz Kur’anı Kerim, İsa’ nın doğuşunu nasıl anlatıyor..?
Cafer-i tayyar : Kelime, kelime tekrarlıyım mı..?
Necaşi : Gel, yaklaş.
Cafer-i tayyar : Kur’ an-ı Kerim’ de Meryem’ in hikayesi şöyle anlatılmıştır ;
Bismillahirrahmanirrahim, Meryem ailesinden ayrılıp doğuya gitti.
Bizde Cebrail aleyhisselam’ ı
ona gönderdik. Cebrail, Meryem’ e insan şeklinde göründü.
Meryem, Allah’ a sığındığını,
Allah’ tan korkuyorsa ona dokunmamasını söyledi. O zaman
Cebrail aleyhisselam :
Ben, Rabbı’ nın elçisiyim. Sana tertemiz bir erkek çocuğu hediye
etmek için gönderildim dedi.
Meryem ise : Benim nasıl oğlum olabilir. Bana insan eli dokunmadı.
Ben kötü bir kadın değilim deyince ; Rabbın böyle istiyor dedi.
Onu kudretimizi gösteren
bir rahmet olarak yaratacağız ; Sadakallahülazim.
Necaşi : Sizinle bizim aramızda bi fark yok. Ancak şu çizgi kadar..
( Amr bin As’ a dönerek ) Önüme altın' dan dağlar yığsan, teslim
etmem onları..!
( Müslümanlara dönerek ) Ülkemde dilediğiniz kadar kalabilirsiniz.
Barış içinde yaşayacaksınız ;
Allah’ ın lütfu hiçbir zaman üstünüzden eksik olmasın...*
19:44:50 09.06.2011
Küçük zenci bir çocuk şehrin lunaparkında dolaşırken bir satıcının elindeki
balonları seyre dalmıştı.
Her renkten ve her biçimden balonlar ışıl ışıl parlıyordu.
Derken, birdenbire kırmızı bir balon kazara bağlandığı yerden kurtularak
havada uçtu, uçtu, uçtu
ve nihayet aşağıdan seçilmeyecek kadar yükseldikten sonra gözden kayboldu.
Bu m...anzarayı seyretmek için öyle bir insan kalabalığı toplanmıştı ki,
satıcı bir tane
daha bırakmanın iyi bir reklâm olacağını düşünerek havaya parlak
sarı renkte bir balon
daha bıraktı. Arkasından bir tanede beyazını çözdü.
Küçük zenci olduğu yerden büyük bir hayranlık içinde ardı ardına
uçan rengârenk
seyrettikten sonra :
"Baloncu amca" dedi. Acaba bir tanede siyah renkte balon bıraksanız,
ötekiler kadar yükselir mi?
Baloncu adam, anlayışlı bir bakışla çocuğa tebessüm ederek,siyah renkli
bir balon çözdü.Parmaklarını gevşetip onu da boşluğa bırakırken:
"Yavrum" dedi, "bizi yükselten dışımızdaki renk değil, içimizdeki cevherdir."
08:19:00 06.06.2011
EĞER BİR ÇOCUK
Sürekli eleştirilmişse, kınamayı ve ayıplamayı öğrenir.
Kin ortamında büyümüşse, kavga etmeyi öğrenir.
...
Alay edilip aşağılanmışsa, sıkılıp utanmayı öğrenir.
Devamlı utanç duygusuyla eğitilmişse, kendisini suçlamayı öğrenir.
Övülmüş ve beğenilmişse, takdir etmeyi öğrenir.
Devamlı desteklenip yüreklendirilmişse, kendine güven duymayı öğrenir.
Hakkına saygı gösterilerek büyümüşse, adil olmayı öğrenir.
Güven ortamı içinde yetişmişse, inançlı olmayı öğrenir.
Kabul ve onay görmüşse, kendini sevmeyi öğrenir.
Aile içinde dostluk ve arkadaşlık görmüşse, bu dünyada mutlu olmayı öğrenir.
09:21:00 18.05.2011
Çocuklarınızla konuşun...
Bir gün susmayı öğrendim. Öyle bir sustum ki belki sonsuza kadar
susacaktım.
Çünkü susmak benim küçücük dünyamda babamla kurduğum
iletişim tarzıydı.
Babam akşamları eve yorgun dönerdi.
Ben bütün gün evde sıkılır, onun gelişini iple çekerdim. Daha o
kapıdan girer
girmez boynuna atılır onunla oynamak isterdim. Babam sarılır,
öper sonra da,
hadi odana git, derdi. Yemek hazırlanınca annem çağırır bu
defa masada bir
araya gelirdik babamla. Onlar annemle konuşurken ben araya girer,
sesimi
duyuramayınca da bağırırdım. Babam sinirlenir, 'Bütün gün insanlara kafa
patlatmaktan bunaldım, birde sen kafamı ütüleme!' derdi. Annem de
'Bütün gün zaten seninle uğraştım, bir çift laf da mı konuşturtmayacaksı
n babanla?' diye çıkışır, beni odama gönderirdi.
Çaresiz bir şekilde boynumu büker odama yani hapishaneme doğru yol
alırdım. Babam arkamdan, 'Bizim bir odamız bile yoktu, her şeye sahip,
hâlâ ne istiyor anlamadım.' diye bağırmaya devam ederdi. 'Keşke benim de
bir odam olmasaydı, keşke bizim de evimiz bir odalı olsaydı da hep birlikte
otursaydık' derdim içimden; ama yüksek sesle söylemeye cesaret edemezdim.
Yemekten sonra babam kanepeye uzanır, eline kumandayı alır, televizyon
seyrederdi. Beni yanına çağırır biraz severdi. Onun izleyeceği önemli
birşey varsa beni adeta yerimden bile kıpırdatmazdı. Azıcık hareket
edip koşup oynamaya çalışsam oda hapsim yeniden başlardı.
Bir gün anladım ki susunca babamla daha iyi anlaşıyoruz.
Bu defa susarak yapabileceğim oyunlar geliştirmeye başladım.
Önce resim yaparak başladım işe. Babam çizdiğim resimleri çok beğeniyor
; 'Bak, böyle uslu uslu oyna işte.' diyordu. Babam bazen göz ucuyla bakıyor
, resimle ilgili bir şey sorsam afallıyordu. Ama bana kızarak beni artık odama
göndermiyordu. 'Son günlerde ne de akıllandı benim oğlum.' diye komşulara
anlatıyordu annem halimi. Resimlerim arttıkça ortalık dağılmaya başladı.
Annem 'Odanı topla!'diye odama kapattığında işe nereden başlayacağımı
bilemiyordum. Ben bunlarla uğraşırken zaman geçiyor; ama odamı toparlamayı
beceremiyordum. Annem odama gelip 'Bak sana resim yapmayı yasaklayacağım.
' dedi bir gün. Susuyor olmamı usluluk olarak değerlendiren ailem resim
yapmayı da elimden alırsa ben ne yapacaktım?
Bu düşüncelerle bir aile tablosu yaptım. Babam eve gelince uygun
zamanı kolladım.
Her zamanki gibi yemekler yendi, odaya geçildi. Babam oturur oturmaz
çizdiğim resmi
getirdim. Babam baktı. Hım, dedi 'Çok güzel olmuş. Bu adam benim
herhalde.' dedi.
Ben 'Hayır o adam değil, bu çocuk sensin.'dedim. O 'Hayır, bu adam benim,
bu çocuk sensin, bu küçük kız da arkadaşın.'dedi. Ben yine 'Hayır, o büyük
adam benim,
bu küçük adam sensin, bu küçük kız da annem.' dedim. Babam benimle
uğraşmaktan vazgeçip:
'Peki neden bizi küçük çizdin?' dedi. Heyecanla başladım anlatmaya.
Ben büyüyüp adam olacağım.
İş bulup çalışacağım. Siz yaşlanıp küçüleceksiniz. Beliniz ükülecek,
komşumuz
Ahmet amca ile Ayşe teyze gibi küçücük kalacaksınız. Ben işten geldiğimde
yorgun olacağım.
Siz benimle konuşmaya çalıştığınızda işyerinde kafam şişmiş
olacağından sizi
duymayacağım bile. Siz benimle bir şeyler paylaşmak istediğinizde
'Hadi odanıza çekilin de kafa dinleyeyim.' diyeceğim. Ve bir de bağıracağım
'Her şeylerini alıyorum. Sıcacık odaları da var, daha ne istiyorlar' diye.
Annemle babamın gözleri fal taşı gibi açılmıştı.
Duyduklarına inanamıyorlardı .. Bana sarılıp beni öyle içten bir
okşayışları vardı ki
sonsuza kadar konuşsam hiç bıkmadan dinleyecekler gibiydi.
Farkında' Olmalı İnsan...
Kendisinin, Hayatın Olayların,
Gidişatın Farkında Olmalı.
Ömür Dediğin Üç Gündür, Dün Geldi Geçti Yarın
Meçhuldür, O Halde Ömür Dediğin Bir Gündür, O Da Bugündür.
07:16:39 23.04.2011
Erzurum'da ermenilerin olduğu dönemde, kurban bayramı.
Erzurumlular kurban kesiyorlar, bunu gören ermeninin biri arkadaşına;
- Ben de kurban kesmek istiyorum, der.
- Olur mu saçmalama. Sen müslüman değilsin, kurbanı niye
keseceksin ki?
diye karşı çıkar arkadaşı.
Tabi ermeni kararlı, gidip bir inek satın alır ve eline bıçağı alıp
ineğin başına gelir.
Elindeki bıçakla ineği ve kendini kan revan içinde bırakır ama bir
türlü ineğin canı çıkmaz. Bunun üzerine ermeninin arkadaşı
yanına gelip;
- Ya bu kadar işkence çekeceğine git şu karşıdaki müslüman kahvesine
bir tanesinden rica et gelip kessin, der.
Ermeni elinde bıçak üstü başı kan içinde kahveye girer.
- Bir müslüman arıyorum, der.
Kahve halkından biri korkudan "Ca..ca..camiye gittiler, burada
müslüman yok" der.
Adam camiye gelir ve içeri girip, " Müslümanlar buradaymış, öyle mi?" der.
Cemaatte çıt yok. Sonunda dayanamayıp arkası dönük olan hocayı gösterirler.
Ermeni hocanın karşısına dikilir; "Burada tek müslüman sensin heralde".
Hoca kanlı bıçağa bakar ve "Çim? Ben?... Bene müslüman diyenin
celmişini ceşmişini...."
07:10:55 23.04.2011
Osmanlı Padişahı Yavuz Sultan Selim, tebdili kıyafet yapmış,
Kuşlar Çarşısı'nı geziyormuş... Avcılar avladıkları kuşları,
tuzakçılar yakaladıkları maharetli, eğitimli, güzelim kuşları satıyorlar.
Bir ara gözü kekliklere ilişir padişah'ın.
Bir grup kekliğin üzerindeki varakta, "Tane işi satış fiyatı 1 altın" yazıyor.
Hemen yanı başlarında asılı, adeta altın kafes içinde bir keklik daha var ki,
fiyatı; 300 altın.
Padişahın gözü 300 altınlık kekliğe takılır. "Hayırdır" der satıcıya,
"Bunun diğerlerinden ne farkı var ki, bunlar 1 altın, bu 300 altın?"
Satıcı, "Bu keklik özel eğitimli, çok güzel ötüyor, ötmesi bir yana
bunun ötüşünü duyan ne kadar keklik varsa hepsi onun etrafına
doluşuyor" diyor. "Tabii bu arada avcılar da o etrafa doluşan keklikleri
daha rahat avlıyorlar" diye ekliyor.
"Satın alıyorum" diyor Padişah, "Al sana 500 altın..." Parayı veriyor;
hemen oracıkta kekliğin kafasını kesiyor.
Adam şaşırıp, "Ne yaptınız, en maharetli kekliğin kafasını koparttınız,
yazık değil mi" diye dövünürken; Padişah gürlüyor: "Bu kendi soyuna
ihanet eden bir kekliktir. Bunun akıbeti er veya geç ancak budur." der.
16:10:34 18.04.2011
'Bir adam Hz. Ömer (r.a.)'in yanında bir hususta şâhitlikte bulunmuştu.
Ömer ibnü'l-Hattâb hazretleri ona,
' Ben seni tanımıyorum, seni tanıyan birini getir, dedi.
Orada bulunanlardan birisi,
' Ben onu tanıyorum, deyince Hz. ömer,
' Nasıl bilirsin? diye sordu. O da,
' Emin ve âdil bir adam olarak tanıyorum, cevabını verdi.
Hz. Ömer (r.a.) tekrar sordu:
' Gecesini gündüzünü bildiğin, yakın bir komşun mudur?
' Hayır, diye cevap verdi adam.
Hz. Ömer (r.a.) sormaya devam etti:
' İnsanın takvâsını ortaya koyan, muâmelesidir.
Bu adam, alış'veriş yaptığın bir kimse midir?
Adam tekrar,
' Hayır, dedi.
Hz. Ömer (r.a.) bu defa;
' Bununla, insanın ahlâkının güzel veya çirkin olduğunu
anlamaya imkân veren bir yolculuk yaptın mı? diye sordu.
Adam bu soruya da,
' Hayır, cevabını verince, Hz. Ömer (r.a.),
' Sen onu tanımıyorsun, dedi ve sonra da adama dönerek,
' Git, seni tanıyan birini getir, buyurdu.'
Demek ki bir insanı iyi tanıyabilmek, doğruluk ve dürüstlüğünden emin
olabilmek için;
onunla, ya yakın komşuluk yapacaksın veya alış-verişte bulunacaksın yahut da
beraber yolculuk edeceksin... Aksi takdirde, yani bu ölçülerden hiçbiri
si ile tartmadığın bir kişi hakkında,
müsbet veya menfî yönde şahâdette bulunmayacaksın.
Zira bu demektir ki, sen onu tanımıyorsun.
16:07:30 18.04.2011
Sabret gül yüzlüm,
sabret! Şu an karanlık.
Belki gecenin en koyu olduğu bir vakit.
Şafak yakındır gül yüzlüm,
şafak yakındır.
Başak başak olacak bir gün ümitlerimiz.
Allah’ın rahmet kanadının altında buluşacak bir gün ellerimiz.
16:05:35 18.04.2011
Varlık, uykunun kundağındayken ızdırabı abideleştiren o ızdırap ve şefkat şairi;
Azapsız dimağların görecekleri serap,
Ve sancı değil, sancı çekmemek en acısı...
diyerek ızdırabı ruhunda duymayan, ızdırapsız bir hayatın eşiğinde
dolaşan günümüzün garip
insanına seslenir. Her şeyin gizlendiği gecelerde ruhunu cesedine
ezdiren garip insanlara
en acının ne olduğundan haber verir. Sancısız, ızdırapsız bir hayat,
çölde dolaşıp serap
görmek gibi bir şeydir onun için.
Yakup çilehanesine uğramayanlar, ruhunda magmalar yandığı halde
hissetmeyenler,
gönül Kâbelerine ızdırap tohumları serpmeyenlerin onu anlamaları
çok zordur.
Adı göklerde Yüce Yaratıcıyla yan yana yazılı olan Nebiler Serverinin,
ezelde bestelenen,
Mekke'nin dikenli yollarında boy atan, ve Medine'nin burçlarında
taşınan ızdırabını taşır bugünlere.
O ızdırap ki, Nebiler serveriyle başlamış, Hz. Ebu Bekir'le,
Hz. Ömer'le, Hz. Osman'la,
Hz. Ali'yle gelişip boy atmış, sahabenin dil altlarında saklanmışve çağları aşan
kutlu beyanlarla bezenerek bugünlere gelmiştir.
Ve bugünün ızdırap insanının gönlünde bayraklaşmıştır.
Yine onun gönlünden
taşınacaktır gelecek nesillere.
Ey Izdırap anladım ki her şey seninle
Sen Hakk'a giden yollarda vuslata vesile.
17:26:10 13.04.2011
Ayakkabici,
Ayakkabici, yeni getirdigi mallari vitrine yerlestirirken, sokaktaki
bir çocuk oNu seyretmekteydi. Okullar kapanmak üzere oldugundan,
spor ayakkabilara ragbet fazlaydi. Gerçi mallar lükssayilmazdi ama, küçük
bir dükkân için yeterliydi. Onlarin en güzelini ön tarafa koyunca, çocuk vitrine
dogru biraz daha yaklasti. Fakat bir koltuk degnegi kullanmaktaydi.
Hem de güçlükle…
Adam ona bir kez daha göz atti. Üstündeki pantolonun sol kismi, dizinin alt
kismindan sonra bostu. Bu yüzden de saga sola uçusuyordu.
Çocugun baktigi ayakkabilar, sanki onu kendinden geçirmisti.
Bir müddet öyle durdu. Daldigi hülyadan çikip yola koyuldugunda,
adam dükkândan disari firlayip:
- “Küçüüük!” diye seslendi.”
Ayakkabi almayi düsündün mü? Bu seneki modeller bir hârika!”
Çocuk, ona dönerek:- “Gerçekten çok güzeller!” diye tebessüm etti,
“Ama benim bir bacagim dogustan eksik”.
- “Bence önemli degil!” diye atildi adam. “Bu dünyada her seyiyle
tam insan yok ki!
Kiminin eli eksik, kiminin de bacağı. Kiminin de aklı veya vicdani.
” Küçük çocuk, bir sey söylemiyordu.Adam ise konusmayi sürdürdü:
- “Keske vicdanimiz eksik olacağına, ayaklarimiz eksik olsa idi.
” Çocugun kafası iyice karışmıştı. Bu sefer adama dogru yaklasip:
- “Anlayamadim!. dedi.
Neden öyle olsun ki?”
- “Çok basit!” dedi, adam. “Eger yoksa, cennete giremeyiz.
Ama ayaklar yoksa, problem degil. Zaten orda tüm eksikler tamamlanacak.
Hâttâ sakat insanlar,saglamlara oranla, daha fazla mükâfat görecekler…
” Küçük çocuk, bir kez daha tebessüm etti.
O güne kadar çektigi acilar, hafiflemis gibiydi.
Adam, vitrine isâret ederek:
- “Baktigin ayakkabi,sana yakisir!” dedi. “Denemek ister misin?”
Çocuk, basini yanlara sallayip: - “Üzerinde 30 lira yaziyor” dedi,
“Almam mümkün degil ki!”
- “Indirim sezonunu senin için biraz öne alirim!” dedi adam,
“Bu durumda 20 liraya düser. Zâten sen bir tekini alacaksin, o da 10 lira eder.
” Çocuk biraz düsünüp: - “Ayakkabinin diğer teki ise yaramaz!” dedi,
“Onu kimalacak ki?”
- “Amma yaptin ha!” diye güldü adam.“Onu da, sag ayağı eksik olan
bir çocuğa satarim.
”Küçük çocugun akli, bu sözlere yatmisti.
Adam, devam ederek: -“Üstelik de ögrencisin degil mi?” diye sordu.
- “Ikiye gidiyorum!” diye atildi çocuk, “Üçe geçtim sayilir.”
- “Tamam iste!” dedi adam. “5 Lira da ögrenci indirimi yapsak, geri kalir 5 lira.
O da zâten pazarlik payi olur. Bu durumda ayakkabi senindir, sattim gitti!”
Ayakkabici, çocuğun şaşkın bakislari arasinda dükkâna girdi.
Içerdeki raflar, onun begendigi modelin ayniyla doluydu.
Ama adam, vitrinde olani çikartti. Bir tabure alip döndükten sonra,
çocuğu oturtup yeni ayakkabisini giydirdi. Ve çikarttigi eskiyi göstererek
- “Benim satış islemim bitti!” dedi, “Sen de bana, bunu satsan memnun olurum.”
- “Saka mi yapiyorsunuz?” diye kekeledi çocuk, “Onun tabani delinmek üzere.
Eski bir ayakkabi, para eder mi?”
- “Sen çok câhil kalmissin be arkadas…” dedi adam, “Antika esyalardan
haberin yok her hâlde.
Bir antika ne kadar eski ise, o kadar para tutar. Bu yüzden ayakkabin, bence
en az 30-40 lira eder. ” Küçük çocuk, art arda yasadigi soklari üzerinden
atabilmis değildi. Mutlaka bir rûyada olmaliydi. Hem de hayatindaki en güzel rûya.
Adamin, heyecandan terleyen avuçlarina sikistirdigi kâgit paralara göz gezdirdikten
sonra, 10 liralik banknotu geri vererek: - “Bana göre 20 lira yeterli.” dedi.
“Indirim mevsimini baslattiniz ya!” Adam onu kiramayip parayi aldi.
Ve bu arada yanagina bir öpücük kondurdu. Her nedense içi içine sığmiyordu.
Eğer bütün mallarini bir günde satsa, böyle bir mutlulugu bulamazdi.
Çocuk, yavasça yerinden dogruldu. Sanki koltuk degnegine ihtiyaç duymuyordu.
Simsicak bir tebessümle tesekkür edip: - “Babam hakliymis!” dedi.
“Sakat oldugum için üzülmeme hiç gerek yok! demisti.”
* Her Rüzgar Savuracak Bir Toz bulur,
* Her Hayat Yasanacak Bir Can Bulur,
* Her Umut Gerçeklesecek Bir Düs Bulur
* Bulunmayacak Tek Sey Senin Benzerindir
17:26:10 13.04.2011
Rahmetli Vahşi Şaban ağabey merhum Hüsrev Altınbaşak Ağabey’in
Afyon Yusufiye medresesinde başından geçen şu enteresan
hatırayı naklediyor;
“Beni Afyon hapishanesinde canilerin koğuşuna koydular ki
öldürtmek için. İçeride
60 kadar cani var, en aşağı ceza alan 50 sene almış.
Girdim, selam verdim, selamımı alan olmadı. Orada bir yere oturdum.
Hapishane idaresi
yatak yorgan vermediği için o soğuklarda üç gün yerde yattım. Kimse oralı olmadı.
Tabii bu zaman zarfında namazımı kılıyorum. Üç gün sonra bir adam yanıma yaklaştı.
Oranın efesi imiş. “Hoca mısın sen?” diye sordu. “Değilim ama namaz kılarım” dedim.
Sonra aramıza şu şekilde bir muhavere oldu;
-Bir soru sorsam bilir misin?
-Bildiğim bir şeyse söylerim, sor?
-Ben 18 tane adam yaktım, 15 tane adam öldürdüm, hırsızlık yaptım, şunu yaptım,
bunu yaptım. Ben bu halimle cennete girebilir miyim?
-Kardeşim şöyle bir otur ben sana bir cevap vereyim” dedim, oturdu.
Nerelisin sen? dedim, Karadenizliyim dedi.
-Karadeniz’i hiç gördün mü?
-Gördüm elbette..
- Peki söyle bakalım; Bu Karadeniz’e bir damla su damlatsak arttığı belli olur mu?
- Olmaz.
- Peki bir damla alsak, azaldığı belli olur mu?
- Olmaz.
Aynen bunun gibi Cenab-ı Hakkın öyle Rahmet okyanusları vardır ki senin
günahların onun
yanında bir damla bile değil. Eğer sen pişman olur sıdk ile, sadakatle
tövbe eder, beş vakit
namazını kılarsan değil Cennete girmek, orta yerine bile gidersin.
Bu söz üzerine bu bir ayağa kalktı ve diğer mahkûmlara bağırarak;
Ulan deyyuslar, bana
Cennet olduğuna göre size haydi haydi..”
Tam köşede bir su borusu vardı her şeylerini orada yıkıyorlardı.
Oraya battaniye gerdirdi.
Herkese gusül edip abdest almalarını emretti. Ama korkudan,
ama güzellikle öğlene kadar
herkese güzelce abdest aldırdı. Öğlen vakti; “hocam sen imamsın,
biz cemaat” dedi.
O günden itibaren beş vakti cemaatle kılmaya başladık.
Akşam olunca mahkûmlara bütün yatakları üst üste koymalarını emretti.
Sebebini sorunca;
“hocam, sen orada üç gün soğukta yerde yattın. Bir hatırını sormadık.
Ceza olarak üç gün
biz yerde sen de bu yataklarda yatacaksın” dedi. Dedim ki; “kardeşim
siz onu bilmeden işlediniz.
Ben bile bile bu zulmü nasıl işlerim. Siz bana bir yatak verseniz kâfi”
Sonraki günlerde tesbihata da başladılar. Bir gün o efe yanıma geldi.
“Hocam” dedi
“Eğer bir şey olmaz da sağ salim dışarı çıkabilirsem ilk işim nerede
olursa olsun senin
ziyaretine gelecem” Gerçekten 1950’de bir af çıktı. Bütün koğuş
tahliye edildi.
Bu zat yürüyerek Afyon’dan Isparta’ya ziyaretime geldi. Neden önce
ailesini ziyaretine
gitmediğini sordum. Ağlayarak dedi ki; “Hocam o ailem değil mi ki
ben bu günahları işlerken
beni men etmeyen. “Sen efesin, efesin” diye beni teşvik eden.
Sen ise hem benim hem de
arkadaşlarımın hidayetine vesile oldun. Dünyanın öbür ucunda
bile olsan vallahi yine gelirdim.
Allah senden razı olsun.”
17:17:39 13.04.2011
KİŞİLİK
1982 yılı Gazi Üniversitesi Basın Yayın Yüksek Okulu'nda 2.sınıf öğrencileri
Türkiye Ekonomisi dersinin hocasını bekliyor.
Sınıf,öğrencilerin gürültü patırtısıyla sallanırken sert görünümlü hoca kapıda beliriyor,
içeriye kızgın bir bakış atıp kürsüye geçiyor.
Tebeşirle tahtaya kocaman bir (1) rakamı çiziyor.
' Bakin ' diyor.
' Bu, kişilik'tir. Hayatta sahip olabileceğiniz en değerli şey.'
Sonra (1) 'in yanına bir (0) koyuyor: ' Bu, başarıdır.
Başarılı bir kişilik (1) 'i (10) yapar '.
Bir (0) daha ' Bu, tecrübedir. (10) iken (100) olursunuz '. Sıfırlar böyle uzayıp gidiyor:
Yetenek... disiplin... sevgi... Eklenen her yeni (0) 'in kişiliği 10 kat zenginleştirdiğini anlatıyor
hoca... Sonra eline silgiyi alıp en bastaki
(1) 'i siliyor. Geriye bir sürü SIFIR kalıyor. ve Hoca yorumu patlatıyor,
' Kişiliğiniz yoksa, öbürleri hiç'tir
17:17:39 13.04.2011
TEVAZUU
Bir adamcağız kötü yoldan para kazanıp bununla kendisine bir inek alır.
Neden sonra, yaptıklarından pişman olur ve hiç olmazsa iyi birşey yapmış olmak
için bunu Hacı Bektaş Veli.nin dergahına kurban olarak bağışlamak ister.
O zamanlar dergahlar aynı zamanda aşevi işlevi görüyordu.
Durumu Hacı Bektaş Veli.ye anlatır ve Hacı Bektaş Veli helal değildir diye bu
kurbanı geri çevirir. Bunun üzerine adam mevlevi dergahına gider ve aynı durumu
Mevlana'ya anlatır Mevlana ise bu hediyeyi kabul eder.
Adam aynı şeyi Hacı bektaş veli'ye de anlattığını ama onun bunu kabul etmemiş
olduğunu söyler ve Mevlana'ya bunun sebebini sorar:
Mevlana şöyle der:
- Biz bir karga isek Hacı Bektaş Veli bir şahin gibidir. öyle her leşe konmaz.
O yüzden senin bu hediyeni biz kabul ederiz ama o kabul etmeyebilir.
Adam üşenmez kalkar Hacı Bektaş dergahı'na gider ve Hacı Bektaş Veli'ye,
Mevlana'nın kurbanı kabul ettiğini söyleyip bunun sebebini bir de Hacı Bektaş Veli'ye sorar.
Hacı Bektaş da şöyle der:
- Bizim gönlümüz bir su birikintisi ise Mevlana'nın gönlü okyanus gibidir.
Bu yüzden, bir damlayla bizim gönlümüz kirlenebilir ama onun engin gönlü kirlenmez.
Bu sebepten dolayı o senin hediyeni kabul etmiştir
17:00:08 09.04.2011
Anlayana Çok Güzel bir Hisse var ...
Anne rahmine düşen ikiz kardeşler önceleri her şeyden habersizmiş.
Haftalar birbirini izledikçe onlar da gelişmişler. Elleri, ayakları,
iç organları oluşmaya başlamış. Bu arada, etraflarında olup
biteni fark etmeye başlamışlar. Bulundukları rahat, güvenli yeri
tanıdıkça mutlulukları artmış. Birbirlerine hep aynı şeyi söylüyorlarmış:
"Anne rahmine düşmemiz, burada yaşamamız ne harika değil mi?
Hayat ne güzel şey be kardeşim!"
Büyüdükçe, içinde yaşadıkları dünyayı keşfe koyulmuşlar. Öyle ya,
hayatın kaynağı neymiş? İşte bunu araştırırken, karşılarına anneleriyle
onları birbirine bağlayan kordon çıkmış. Bu kordon sayesinde,
hiçbir zahmet çekmeden, güven içinde beslenip büyütüldüklerini tespit etmişler.
"Annemizin şefkati ne kadar büyük! Bize bu kordonla ihtiyacımız olan
her şeyi gönderiyor."
Artık aylar birbiri ardınca geçiyor, ikizler hızla büyüyor, diğer bir deyişle
"Yolun sonu"na yaklaşıyormuş. Bu değişiklikleri hayretle gözlemlerken,
bir gün gelip bu güzelim dünyayı terk edeceklerinin işaretlerini
almaya başlamışlar.
Dokuzuncu aya yaklaştıklarında, bu işaretleri daha kuvvetli
hissetmeye başlamışlar. Durumdan telaşlanan ikizlerden birisi
diğerine sormuş: "Neler oluyor? Bütün bunların anlamı nedir?"
Öteki daha sakin ve aklı başındaymış. Üstelik, bulundukları
bu dünya çoğu zaman ona yetmiyor; duyguları daha geniş
bir alemi arzuluyormuş. O cevap vermiş:
"Bütün bunlar, bu dünyada daha fazla kalamayacağız
anlamına geliyor".
Ve eklemiş: "Buradaki hayatımızın sonuna yaklaşıyoruz."
"Ama ben gitmek istemiyorum" diye haykırmış kardeşi.
"Hep burada kalmak istiyorum."
"Elimizden gelen bir şey yok. Hem, belki doğumdan
sonra hayat vardır."
"Bize hayat veren o kordon kesildikten sonra bu nasıl
mümkün olabilir ki?" diye cevaplamış öteki.
"Bize hayat veren kordon kesilirse nasıl hayatta kalabiliriz,
söyler misin bana? Hem, bak bizden önce başkaları da buraya
gelmiş ve sonra da gitmişler. Hiçbirisi geri gelmemiş ki bize
doğumdan sonra hayat olduğunu söylesin. Hayır,
bu her şeyin sonu olacak."
Bütün bunları söyledikten sonra eklemiş: "Hem, belki de anne
diye bir şey de yok!"
"Olmak zorunda" diye itiraz etmiş kardeşi. "Buraya başka türlü
nasıl gelmiş olabiliriz, nasıl hayatta kalabiliriz ki?"
"Sen hiç anneni gördün mü?" diye üstelemiş öteki.
"O belki de sadece zihinlerimizde var. Bir annemiz olduğu
düşüncesi bizi rahatlattığı için onu belki de biz uydurduk."
Böylece, anne rahmindeki son günleri derin sorgulamalar ve
tartışmalarla geçmiş. Sonunda doğum anı gelmiş çatmış.
İkizler dünyalarını terk ettiklerinde gözlerini başka bir dünyaya
açmışlar ve sevinçten ağlamaya başlamışlar. Çünkü gördükleri
manzara hayallerinin bile ötesindeymiş...
16:46:33 09.04.2011
Erkek Sürücüler Neden Daha Saldırgan??
Erkek sürücülerin kadınlardan daha saldırgan bir tarzda
otomobil kullanmalarının arka planında erkeklerin
mağara adamı döneminden kalma i
zler taşıması olduğu iddia ediliyor.
İngiltere’deki Manchester Üniversitesi’nden
psikoloji profesörü Geoffrey Beattie, erkek sürücülerin kadınlardan
daha saldırgan bir tarzda otomobil kullanmalarının arka planında
erkeklerin davranış modellerinin binlerce yıl öncesinden,
mağara adamı döneminden kalma izler taşıması olduğunu ileri sürdü.
Prof. Beattie, erkek ve kadın sürücüler arasındak farkın
kendilerine miras kalan genetik materyalle yakından
ilgili olduğunu vurguladı.
Lordlar Kamarası Ulaştırma Komitesi için konuyla ilgili bir rapor
hazırlayan İngiliz profesör, cinsiyetler arasındaki davranış
farklılığının çok derin kökleri olduğunu belirtti. 21. yüzyılda
dahi insan kafatasının içindeki beynin ‘Taş Devri’ insanının beyni
ile aynı olduğunu kaydeden Prof. Beattie, bunun da farklı cinslerin
otomobil kullanırken risk alma eğilimlerinde önemli bir etken
olduğunu ifade etti.
Beattie, “Taş Devri insanı otomobil kullanmıyordu.
Ancak avcıydı ve bunu yaparken saldırgan, risk alan tavırlar sergiliyordu.
Böylelikle hayatta kalabiliyordu. Bu özellikleri genetik olarak nesilden nesle geçti.
Şimdi aynı şeyi otomobil kullanırken yapıyor” dedi.
Kadınlar viraj alamıyor!
Prof. Beattie’ye göre erkeklerin söz konusu özellikleri taş devrinde
kendisine avantaj sağladı ama şimdi motorlu araçlar dönemine uygun değil.
Bu nedenle de erkek sürücüler trafik kurallarını kadınlara
göre daha çok ihlal ediyor. Erkekler saldırgan bir tarzda araç kullanırken,
kadın sürücüler de mekansal algılama eksikliği ve yanlış karar verme
yüzünden daha çok virajlarda kaza yapıyor.
Alıntı..
30.03.2011 19:08:13
ELHAMDÜLİLLAH MUSLUMANIZ
Kafkas kartalı diye anılan İmam Şamil, çarlık Rusya'sının düzenli ordularına karşı
Kafkasya'nın bağımsızlığı için bir avuç fedakar ve sadık adamıyla uzun yıllar mücadele
vermiş bir lider ve kahramandı Çarlık Rusya'sının her imkana sahip orduları karşısında,
insan da dahil eksilen hiç bir-şeyi yerine koyamadığı için sonunda mağlup olmuş ve esir
düşmüştü Fakat Rus çarı onu, cesaret ve kahramanlığına hayranlığından dolayı bir esir
gibi değil bir misafir gibi karşılamıştı Üstelik sarayında Şeyh Şamil için bir de ziyafet
düzenledi Yemek devam ederken, Çar kaba bir tarzda imam Şamil'in iştahlılığını iğnelemeye
kalkıştı ve "Yahu bu adam beni de yiyecek" dedi Şeyh Şamil bu,sözün altında kalmadı
Misafirini, iğnelemekten çekinmeyen bu kaba Rus'a tereddütsüz şu sözü söyledi:
"Elhamdülillah biz Müslümanız, domuz eti yemeyiz"
30.03.2011 19:08:13
MAL SEVGİSİ KALBİ KAPLAMAMALI
Büyük fıkıh (hukuk) bilgini, Hanefi mezhebinin kurucusu İmam-ı Azam Ebû Hanîfe'nin
(VIII. yüzyıl) ilmi faaliyetleri yanında ticaretle de meşgul zengin bir zat olduğu malumdur.
Bu büyük insan, gündüz öğleye kadar mescitte talebelerine ders verir, öğleden sonra da
ticari işleri ile uğraşırdı. Bir gün ders verdiği sırada bir adam mescidin kapısından seslendi:
- Ya imam, gemin battı!... (İmamın ticari mal taşıyan gemileri mevcut)
İmam-ı Azam bir anlık tereddütten sonra
- Elhamdülillah dedi.
- Bir müddet sonra aynı adam yeniden gelip haber verdi:
- Ya imam, bir yanlışlık oldu batan gemi senin değilmiş.
İmam bu yeni habere de:
- Elhamdülillah, diyerek mukabele etti. Haber getiren kişi hayrete düştü:
- Ya imam, gemin battı diye haber getirdik "Elhamdülillah" dedin. Batan geminin
seninki olmadığını söyledim yine "Elhamdülillah" dedin. Bu nasıl hamdetme böyle?
İmam-ı Azam izah etti:
- Sen gemin battı diye haber getirdiğinde iç âlemimi, kalbimi şöyle bir yokladım.
Dünya malının yok olmasından, elden çıkmasından dolayı en küçük bir üzüntü yoktu.
Bu nedenle Allah'a hamdettim. Batan geminin benimki olmadığı haberini getirdiğinde de
aynı şeyi yaptım. Dünya malına kavuşmaktan dolayı kalbimde bir sevinç yoktu.
Dünya malına karşı bu ilgisizliği bağışladığı için de Allah'a şükrettim.
|